Bir yanda depremlerle yıkılan, yerle bir olan Hierapolis kentinden kalanlar; diğer yanda binlerce yıl içinde oluşan bembeyaz travertenler ve nihayet Pamukkale ovasının eşsiz güzelliği… Birçok bakımdan ilgi çekici, içerisinde farklı dinamikleri barındıran, geçmişin gölgeleriyle günümüze ışık tutan geniş bir alan… Tarihi kalıntıların dağınık görüntüsüne rağmen oldukça etkili dönemler geçiren Hierapolis, depremlerden çok çekmiştir. Gelin bu eşsiz güzelliği iki farklı gözle inceleyelim.
Pamukkale ( Travertenler)
Batı Anadolu’nun çeşitli alanlarında yeraltı termal sularının varlığını biliyoruz. Özellikle Aydın-Denizli hattında önemli sıcak su kaynakları bulunmaktadır. Hatta bu kaynaklardan elektrik enerjisi üreten jeotermal elektrik santralleri kurulmuştur. "Bölge iklimine ve dolayısıyla tarımına etkileri nelerdir?" sorusunun cevabını araştırmalar verecektir. Özellikle incir üretimi ve kalitesi açısından önemli olacaktır veriler. Bu alanların bir kısmı Pamukkale ve Karahayıt civarında bulunuyor. Yapılan araştırmalar suyun yaklaşık 400 metre derinlikten yüzeye çıktığını gösteriyor. Farklı sıcaklıkta ve içerikte 17 kaynak tespit edilmiştir. Suyun sıcaklığı 35 ila 100 derece arasında değişiyor. Bazı kaynaklarda sülfür yoğunluğu nedeniyle renk kahverengiye dönerken, ağır sülfür kokusu mevcut. Binlerce yıllık bir süreç içerisinde oluşan Pamukkale Travertenleri dünyanın her yerinden turistleri kendine çekmeyi başarıyor. Oksijen ile temas ettiğinde sıcak suyun içinde bulunan kalsiyum karbonat reaksiyona girerek çökeliyor. Biriken miktar arttıkça küçük küçük göletler halinde bir alan oluşuyor.Travertenlerin içerisine ayaklarınızı soktuğunuzda hissettiğimiz tortu da bu.
Jel kıvamdaki tortu, zaman içerisinde sertleşiyor. Bu sayede de travertenler meydana geliyor. Aynı şekilde üzerinden aktığı yerleri de bu tortu kaplamaya başlıyor.
Bunun daha bilimsel ifadeleri de var. Kalsiyum Hidrokarbonat açısından zengin olan termal suyun oksijenle buluşması, suyun içindeki karbondioksit ve karbon monoksitin uçmasına neden oluyor. Geriye de kalsiyum karbonat kalıyor. Kalsiyum karbonatın çökelmesi ve üst üste birikmesiyle katılaşma oluyor ve böylece travertenler oluşuyor. Tahminen en az 14 bin yıllık bir geçmişe sahip olan Pamukkale’de bir noktası hariç diğer hiçbir yerinde travertenlerin içerisine girilmesine izin verilmiyor. Doğal olarak oluşumları korumak için bir tedbir. Her mevsim ayrı bir güzelliğe sahip olan Pamukkale, bahar aylarında açan gelincikleri ve diğer çiçekleriyle en çok ziyaret edilesi dönem bana göre. Hierapolis antik kenti kalıntılarıyla içice geçmiş Pamukkale’nin önemli bir turizm bölgesi olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki 21 UNESCO dünya mirası alanından biridir. 1988 yılında bu listeye alınıyor.
Hierapolis (Kutsal Kent)
Güçlükler insan karakterinin ölçüsüdür. İnsanın ne olduğunu onlar gösterir. Epictetus...
Anadolu’da doğan birçok ünlü insanın adını eski Yunan ve Roma döneminden hatırlıyoruz. Bunlardan biri de stoacı filozoflardan Epiktetos. Yukarıdaki sözlerin sahibi o mu bilemem, fakat bilgece söylenmiş bu sözlerin altına imza atmayacak çok azımız vardır diye düşünüyorum. Bir köle olarak doğduğu söylenen Epiktetos zor bir hayat yaşamak durumunda kalmıştır. İnsanın yaşadığı çevrenin bir parçası olduğunu bilerek, sahip olduklarıyla övünmek yerine kendini onlarsız var etme girişimleriyle kimliklendirmeye yönelmesi gerektiğini savunmuştur. Ölüm gerçeğinin bilincinde, bilgelikle yaşamı anlamaya ve anlatmaya çalışan Epictetus ahlaklı , dürüst bir yaşam sürmüştür. Hierapoliste doğmuş, Yunanistan’a bir köle olarak satılmış ve sürgünde Nikopolis kentinde ölmüştür. Hierapolis‘i yazarken ondan bahsetmesek eksik kalırdı. Bir öğrencisinin aldığı notlardan oluşan “Öğütler” isminde yegane kitabı vardır.
Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Pergamon Krallığı zamanında II. Eumenes tarafından MÖ 2. yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos'un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera'dan dolayı, Hierapolis adını aldığı düşünülüyor. Kentte çok sayıda kutsal yapı inşa edilmesi bu isimle anılmasının başka bir nedeni olabilir. Olasılıkla Frigler döneminde yerleşim yeri olan kent önemli bir kült merkezi idi. Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki MS 60 yılındaki büyük depreme kadar, Yunan kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüştür. Ancak deprem sonrası yeniden inşa edilen kent tamamen bir Roma şehrine dönüşmüştür. Bugünkü kalıntıların çoğu Roma çağına aittir. Depremlerin tetiklediği toprak kaymaları sonucunda şehrin ilk tiyatrosu yıkılmıştır. Yerine M.S 62 yılında yapımına başlanan bugünkü 10 bin kişilik tiyatro yapılmıştır. Ancak bu tiyatronun inşaası M.S 206 yılında tamamlanabilmiştir.
395 yılında Doğu Roma imparatorluğu kontrolüne geçen bölge, 12. Yüzyılda Selçuklu devletinin egemenliğine girmiştir. 4. yüzyılda kayda değer bir hristiyanlık merkezi konumuna gelen kent (Metropolis), M.S 80 yılında havari Philip'in burada öldürülmesine istinâden bu denli önem kazanmıştır.
Tiyatronun alt tarafında bulunan ve Plütonyum denilen ilginç bir mağara yer alır. Bu mağaradan çıkan zehirli gazlar ile zehirlenen boğalar tanrılara kurban edilirdi. Yeraltı dünyasının girişi olarak kabul edilirdi. (Hades ve köpeği Kerberos’un heykeli alanda yer alır) Rahipler eşliğinde yapılan ritüeller oldukça ilgi çekiciydi. Üst tarafında Apollona ithaf edilen bir tapınak daha vardır.
Yukarıda Hades ve Köpeği Kerberos yer alıyor. Alt kısımda ise yeraltı dünyasının girişi var.
Bugünkü haliyle iki ana girişi bulunan alan, (Kuzey kapı ve Güney kapı) dört _ beş saatlik bir süreyi rahatlıkla hakkediyor. Kuzey kapıdan giriş yapmak daha mantıklı sanki. Böylelikle antik dünyanın en büyük Nekropolü (Ölüler kenti) boyunca yürüyecek ve birkaç tipteki mezarları görebileceksiniz. Kişinin yaşarken ne iş yaptığına ve maddi durumuna göre değişebilen mezar yapıları oldukça ilginç. Yamaç boyunca toprak kayması sonucu toprak altında kalan lahitleri görmek mümkün. Mezarlıktan sonra solda büyük bir yapı ve kentin ana caddesine ( Frontinus ) ulaşacaksınız. Anıtsal bir girişin ardından solda umumi tuvaletler bulunuyor. Girişin sağ tarafında bir zeytin sıkma atölyesi var. Agora ( Pazar yeri) ana caddenin sol üst tarafında kalıyor. Yamaçta bir kaç sırası seçilen ilk tiyatro var. Yamaç boyunca mezarlar devam ediyor. Bugün Antik havuz olarak bilinen ve kafeterya, hediyelik eşyaların satıldığı tesisin içinde yer alan havuz M.S 7. Yüzyılda meydana gelen bir depremle oluşmuştur. Havuzda çok sayıda kalıntı bulunuyor. Ücreti ödenerek içinde yüzülebiliyor. Antik havuzun sağında ise yine 2. Yüzyıla tarihlenen merkez hamam kompleksi yer alıyor. Bir kısmı arkeoloji müzesi olarak kullanılan yapı kentteki en önemli yapılardan biridir. Çeşitli dönemlerden kalan bir çok eser içerisinde sergileniyor.
Frontinus caddesi girişin sağında bulunan bir zeytin sıkma atölyesi …
Yukarıdaki devler ile tanrıların savaşı kabartması ve daha fazlasını müzede görmek mümkün. 2. yüzyıldan kalmadır.
Bir tiyatro aktörünün heykeli…
Güney kapıya doğru giderken solda kilise yapısı ve çıkışa yakın noktada sağda Gymnasium (Çeşitli alanlarda atletlerin, sporcuların çalışmalarını yaptığı ve olimpiyat oyunlarına hazırlandığı complex) bulunur.
Hierapolis kenti Pamukkale ovasına yüksekçe bir noktadan bakar. Karşısında ovanın ortalarında bulunan Laodikya kenti yer alır. Burası Anadolu’da bulunan yedi kilisenin sonuncusuna ev sahipliği yapar.
Her haliyle ülkemizin güzel yerlerinden biri olan bölge daha fazla ilgiyi hak ediyor.