
''Geldikleri Gibi gösterisi Tire'de sahnelendi

Altınordu Başkanı Özkan'dan Altay Başkanı Gürüz'e tebrik mesajı

Altınordu'da Uğur iyi başladı kötü bitirdi

Karşıyaka'da tesisler de beklemede

Başkan Özkan’ın yazısı şöyle:
Şimdi devamlı çocuklarla beraberim ya, arkasında yatan, bence bu çocukluğuma olan özlem..
Kıymetli futbolseverler merhaba,
Hepimizin bayramı kutlu olsun.
Bayram, biz “yetmişlikler” için çok şey ifade ediyor. Çok önemli bir toplumsal etkinlik..
Bana göre en önemlisi büyüklerimizi ziyaret etmek, onların elini öpmek.. Büyüklerimizi derken, sadece dede, babaanne, anneanne, amca, hala, teyze ve dayılardan bahsetmiyorum. Komşu amca ve teyzeleri de ailece ziyaret vardı işin içinde..
Sevgili annemin şu sözleri hala kulaklarımda çınlar;
- Çocuklar hadi bakalım, bayramlık kıyafetlerinizi giyin, öğretmen Sefa beylere bayram ziyaretine gideceğiz.
Benim çocukluğumda bayramlarda beni en çok etkileyen etkinlik ise, sabah erkenden ailenin tüm erkeklerinin birlikte katıldığı bayram namazlarıydı. Eşrefpaşa’nın Çimentepe mahallesindeki Horasan Camii tam çatal bir kavşaktadır, caminin çok büyük olmayan iç mekanı erkenciler tarafından dolardı, dışarıda yolun iki yanı lebalep insan dolardı.. Herkes seccade olarak evinden kilim gibi eşyalar getirir sererlerdi.. Eşyasız gelenler olunca kilimin yarısı paylaşılırdı.. Sanırım hala bu şekilde devam etmektedir. Caminin kıdemli hocası Mümin Hoca aynı zamanda mahallenin sütçüsüydü.. Ben mesela Mümin hocanın sütleriyle büyüdüm. Mümin hocanın klasik başlangıç sözü vardı ve Allah gani gani rahmet eylesin Mümin hoca bu sözü söyleyince herkesin yüzünde müstehzi bir gülücük oluşurdu..
- Kıymetli din kardeşlerim, Recep, Şaban, Ramazan derken işte geldi Bayram..
Bayram namazı kılındıktan sonra, öyle haydaa kilimi topla evin yolunu tut, yok. Herkes birbiriyle bayramlaşacak. Çünkü herkes birbirini tanıyor.. Bu arada Mümin hocanın güven duyduğu cami derneğinden bir kişi bağırmaya başlar;
- Camimize bağışta bulunalım, camimiz boyanacak, halıları yıkatılacak..
Yıl 1965. Babam bana 10 lira verirdi, “git camiye yardım yap”.. Ben sıraya girerdim, parayı verirdim. Görevli kişi ben sormadan anında 10 liralık makbuz koçanından bir adet koparır verirdi. Makbuz koçanları dört ayrı renk idi. 5 liralıklar mavi, 10 liralıklar sarı, 20 liralıklar turuncu, 50 liralıklar yeşil idi.. Babam caminin minaresini yaptıran kişiydi. Camlı minare.. 1964 yılında geçirdiği trafik kazası sonunda tam bir yıl yaşamla savaşmış ve sonunda tekrar hayata dönmüştü.. Bu bağışlanmanın kefareti olarak mahallesinin camisinin yıllardır yapılamayan minaresini yaptırmıştı.. Yılda iki defa Horasan Camii’ne bayram namazlarına giderdik, minareye bakar ve bana hep şöyle söylerdi; “Yaptığım en iyi işlerden biri”..
Önce amcamın elini öperdik. Hüseyin Amcam babamın en kıymetlisiydi.. Babamdan 8 yaş büyüktü, onu baba gibi görürdü.. Hüseyin amcam benim ise en yakın arkadaşımdı..
Horasan Cami’nin tam karşısında bakkal, manav, kasap işletiyordu. Karpuz zamanı bostan yapar, kurban zamanı 100 koyun alır, onları satardı. Hıdrellez zamanı evde cümbür cemaat bayraklar (uçurtma) yaparlar, onları satardı. Ben çok hareketli bir çocuktum, beni çok severdi.. Bu gibi sıra dışı işlerde beni hep yanında götürürdü.
Okul bitince 1 hafta yanında çıraklık yapardım, sonra babamın yanına demirhaneye..
Ben hep amcamla birlikte olmak isterdim, demirhanede değdiğin her yer işin gereği pisti.. Tabir yanlış olmayacak, sabah beyaz giren, akşam siyah çıkardı.. O zamanlar öyleydi, kimsenin suçu yok. Şermetaki Mustafa abimin kulakları çınlasın..
Çocukluğumla ilgili o kadar güzel ve anlamlı anılarım var ki.. Bazen canım sıkılınca babamla, amcamla, dayımla geçirdiğim güzel zamanları hatırlar, tazelenirim..
Şimdi devamlı çocuklarla beraberim ya, arkasında yatan, bence bu çocukluğuma olan özlem.. Bütün çocuklar mutlu olsunlar istiyorum. Bütün çocuklar benim çocukluğum gibi çocukluk yaşasınlar istiyorum. Öte yandan top yüzünden babamdan okkalı dayak yemişliklerim vardır mesela.. Bunu bile özlüyorum, insan dayağı özler mi, özlemez tabii ki.. 10 yaşından itibaren tornacılığa başlayan ve bu yüzden elleri normalden büyük olan babamın dayak atarken bir stili vardı, kaba yerlerime vururdu ve vururken felsefe yapardı. “Beni hep kalemle yendiler, bu kalemi öğreneceksin, kardeşlerine örnek olacaksın..” En son Balçova sahasında resmi maç yaparken beni yakaladığında 15 yaşımda idim.
“Ayaklarını kıracam, her gün üniversiteye tekerlekli iskemleyle seni ben götürecem, adam olacaksın, o kadar!..”
Benim cevabım şöyle olmuştu; “Baba ben hem okuyacam, hem topçu olacam.”
Cevap hazır tabii ki; “Olmaz ulen olmaz, ikisi birden olmaz!..”
Sonunda babamızın istediğini yaptık, okuduk, onun tabiriyle adam olduk.
Turgut Özal dönemi, Türkiye liberalleşme sürecini yaşıyor. Çok çalışıyoruz, işimizi büyütüyoruz, gece gündüz demiyoruz, vardiyalar yapıyoruz vesaire..
Babam işe geliyor, “Oğlum ne yapıyosunuz, bu makinayı yapınca bu kadar malı kime satacaksınız!”.. Benim cevabım hazır tabii ki; “Baba oku, adam ol dedin, okuduk, okuyunca böyle oluyo”.. Artık dayak yok ama felsefe eğitimi devam ediyor;
“Oğlum bak, hayat uyanmaya değmez, git biraz gençliğini yaşa..”
Biz o zamanlar, gençlik var, hırs var, talep var, iş gırla uyumuyorduk ki uyanalım..
Evet, gerçekten hayat uyanmaya değmez!..
Sanayicilik zor meslek, ömür törpüsü.. Birçok meslektaşımız ya işini kaybetti, ya da stresten hayatını kaybetti.. Ben 20 ila 50 yaş arası tam zamanlı çalıştım. 52 yaşımdan itibaren frene bastım, vitesi küçülttüm, hayatıma anlam katmak adına, bu gök kubbede bir hoş seda bırakmak adına, en iyi yaptığım, en iyi bildiğim şeye döndüm; Çocuklara..
“Bu Toprakların Çocukları” ile 18 yılımı geride bıraktım. 18 yılda yaşadıklarımı(zı) kaleme alsam, Türkiye’nin hikayesi çıkar ortaya.. Çoğunluğu yokuş, azı iniş.. Ama ne var bu topraklarda.. Ekşın var kardeşim. Etrafı seyret, canın hiç sıkılmaz. Memleket olarak sürdürülebilir yaptığımız en iyi iş, ekşın!.. Gün içinde o kadar çok beklemediğin ekşın çıkıyor ki, bazen insan daralıyor, işte o zaman Kenan Usta’yı hatırlıyorum; “Hayat uyanmaya değmez”..
Ama şükürler olsun çabuk toparlıyorum kendimi, çünkü kendimle barışık bir insanım. Kim olduğumu, ne olduğumu, gücümü, güçsüzlüğümü biliyorum. Evet, biliyorum.
Bilmek fiili var ya, Bilmek.. Fiillerin en babasıdır haa.. Ama öyle ucundan kenarından bilmek değil, harbiden bilmek.. Bilmek var ya, tek başına hiç bir şeydir aslında.. Bizde o kadar çok bilen vardır ki.. Her şeyi bilir ama yapmaya gelince toz olur!.. Bilmek fiilinin yanına Uygulamak fiili gelince bir anlam ifade eder. Ben uygularken öğrenenlerdenim, tüm hayatım öyle geçti. Tamamen bilmeye kalkarsan uygulamaya zamanın kalmaz..
Ben de 70 yaşıma girdim. Hz. Mevlana ne demiş; “Hamdım, yandım, piştim.”
Biz de Pişme dönemine girdik hayırlısıyla..
“Bu Toprakların Çocukları” ile dolu dolu dopdolu 18 yılı geride bıraktık. Düşündüklerimizin yarısını yapabildik, yarısını yapamadık.
Şermetaki Mustafa Abimin dediği gibi; Kimsenin suçu yok, zaman böyleydi..
Ortada koskocaman bir gerçek var; Bu Toprakların Çocukları..
Onlar da benim yaşadığım mutlu çocukluk anıları biriktirmeliler..
Onlar da benim gibi çocukluklarını doya doya yaşamalılar..
Sabahın seherinde okula gidip akşamüstü okuldan çık, sonra ev ödevi yap, sonra bilmem ne sınavı için çalış.. Böyle çocukluk mu olur Allah aşkına!..
“Anneeee su ver” diyen hareketsiz, hımbıl çocuklar yetiştiriyoruz.. Bu iş değil arkadaşlar. Yetişkinlerdeki sanal ekşın halinin gerçeği çocuklarda olmalı..
Vallahi de bilahi de bu memleket meselesidir. Çocuk oyun oynamadan el becerilerini nasıl geliştirecek, bir yere tırmanmadan bedenini kullanmayı nasıl bilecek, koşmadan nasıl bilecek terlemeyi, nasıl bilecek düşmemeyi ya da düştükten sonra kalkmayı.. Hele ki sosyalleşme.. Başlı başına bir konu başlığı.. Çocuklara futbol dışında arka arkaya, yani fazla düşünmeden 10 cümle söyleyin diyoruz, 5 cümlenin üstüne çıkan çocuk sayısı %20.. Konuşmayan toplum olur mu?.. Olmaz herhalde..
Fazla uzattım, farkındayım. Ez cümle, 18 yılda işin yarısını bitirebildik. Hiç olmazsa sevgili ülkemde Futbolda Yetiştiricilik kavramına rol model olma görevimizi yapabildik.
85 milyon nüfus, 35 milyon genç.. Mutlaka bir gün Bu Topraklar aynen Brezilya, Arjantin, Hırvatistan, Hollanda gibi sürdürülebilir sistemli bir futbolcu yetiştiren konuma gelecektir. Çünkü biliyorum ki; Hazıra dağ dayanmaz!..
Ben sevgili ülkemin çocuklarıyla, “Bu Toprakların Çocukları” ile olmaya devam edeceğim. Onların mutlu zamanlar yaşamalarına katkı vereceğim. Ama nasıl yapacağımı artık biliyorum; Gürültüsüz, patırtısız, “Hayat uyanmaya değmez” tarzında..