Kesk İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Bülent Karakaş imzalı yazılı açıklama şöyle:
"Bugün 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü! 1994’ten beri yeryüzü ölçeğinde 100’den fazla eğitim sendikası Dünya Öğretmenler Günü’nü kutlamaktadır. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak ülkemizde öğrencilerin yaşamlarında pencereler açan, derslerinde insan kişiliğinin tam gelişimini destekleyen, toplumun düşünsel, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ilerlemesini, insan haklarına ve doğaya saygıyı, emeği, demokrasiyi ve barışı anlatan ve yaşatan tüm eğitim ve bilim emekçilerinin 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nü yürekten kutluyoruz.
5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nde 2022 yılı için belirlenen tema, “Eğitimde Dönüşüm Öğretmenle Başlar” olmuştur. Diğer bir deyişle eğitimde dönüşümün yüreği öğretmendir. Eğitim Sen’in de üyesi olduğu Eğitim Enternasyonali (EI) eğitim hakkını sağlamak ve eğitim emekçileri için gerekli çalışma koşullarını oluşturmak üzere tüm ülkelerde 5 Ekim’in yaygın biçimde kutlanması için çaba göstermektedir.
Türkiye’de Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı emeğimizi, onurumuzu ve çalışma barışımızı korumaya çalışırken 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü, Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi’ni önümüze örnek bir belge olarak koymaktadır. Bu belge 1966 yılında ILO ve UNESCO arasındaki iş birliği sonucunda ortaya çıkmış uluslararası bir belgedir ve 56 yıldır güncellenerek yaşamaktadır. Belge adeta öğretmenlerin ve eğitim emekçilerinin uluslararası yasasıdır. Tavsiye’yi, UNESCO ve ILO’nun kararları üzerine uluslararası öğretmen örgütleri ve sendikaları oluşturmuştur. Metnin ortak bir belge olarak kabul edildiği 1994 yılından beri 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı ne 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’nü resmi olarak kutlamaktadır ne de Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye’sine uygun politikalar geliştirmektedir. 3 Şubat 2022’de çıkarılan 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu, Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi’ne aykırıdır. Bu kanunla ilgili olarak öğretmenlerin ve tüm eğitim emekçilerinin eleştirilerinin ve itirazlarının hemen hemen her gün konuşulduğu ve tartışıldığı günleri yaşamaktayız.
Türkiye hiperenflasyona doğru giderken “geçinemeyen”, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü üzerindeki baskılar yüzünden “nefes alamayan”, ücretli ve sözleşmeli öğretmen istihdamıyla güvencesizliğin tehdidi altında yaşayan, özel sektörde ağır sömürü koşullarında çalıştırılan öğretmenler ve eğitime destek emekçiler, sorunlarının çözülmesini beklerken karşılarında 13 maddeden oluşan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu bulmuştur. Eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik ve özlük haklarını korumak ve geliştirmek için bir yasa çıkarılması gerekirken, bugün öğretmenler kendilerini bu yasanın sonuçlarından korumaya çalışmaktadır.
Öğretmelerin Statüsü Tavsiyesi’nde vurgulanan eğitimde “insan kişiliğinin tam gelişmesi”, “toplumun düşünsel, moral, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ilerlemesi” ve “temel özgürlüklere ve insan haklarına derin bir saygı” gibi çok önemli konular, okulların gündeminden adeta çıkmıştır. OHAL döneminin süreklileştirildiği koşullarda kanun hükmünde kararnamelerle haksız ve hukuksuz biçimde işlerinden ihraç edilmiş on binlerce eğitim emekçisinin 7 yıldır adalete ulaşamaması, Tavsiye kararlarından ne kadar uzaklaşıldığının açık bir kanıtıdır. Tavsiye’de belirtildiği biçimiyle eğitimin “barışa, tüm uluslararasında ve tüm din ya da ırk grupları arasında dostluğa, hoşgörüye ve karşılıklı anlayışa yapabileceği katkı” yerine “kindar ve dindar” bir kuşak yetiştirilmek istenmektedir.
Tavsiyede yer alan “Öğretmenler hakça bir statüden yararlanmalı ve öğretmenlik mesleği, hak ettiği kamusal saygınlığı görmelidir.” hükmünün tersine öğretmenlerin emeği siyasal iktidarın hakaretleri ve Öğretmenlik Meslek Kanunu ile itibarsızlaştırılmakta, öğretmenlerin onuru incitilmekte ve eğitim emekçileri açlık sınırına yaklaşmakta olan maaşlarla yaşamını sürdürmeye zorlanmaktadır.
Öğretmenliğin Statüsü Tavsiyesi’nde “Öğretmenlerin yetiştirilmesi ve istihdamı, ayrımcılığın soy, renk, cinsiyet, din, siyasal görüşler, toplumsal ya da ulusal köken, ekonomik durum temellerine dayalı hiçbir biçimine yol açmamalıdır.” denilirken Türkiye’de öğretmenler sistematik ayrımcılıkla karşılaşmaktadır. Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri derinleşmiştir. Öğretmenler atamalarında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması ucubesi ile eğitim kurumlarına yönetici yükseltmelerinde de ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye’de öğretmenlerin örgütlenme özgürlüğü her geçen gün daralmaktadır. Öğretmenlik Meslek Kanunu, sınava başvuruda bile “kademe ilerlemesi cezası almamış olma” koşulunu öne sürerek, sendikal etkinliklere katılan ve ceza alan öğretmenleri elemeyi amaçlamakta ve ikinci bir ceza uygulaması getirmektedir.
Tavsiye’ye göre, “Öğretmenlerin çalışma koşulları, eğitimin en yüksek derecede etkililiğini sağlayacak nitelikte olmalı ve öğretmenlere, kendilerini tümüyle mesleksel uğraşlarına adama olanağı vermelidir.”. Türkiye’de kalabalık okullarda çok kalabalık sınıflar bulunmaktadır. Öğretmenlerin önemli bir kısmı 40, 50 ve 60 öğrencinin bulunduğu sınıflarda eğitimi sürdürmektedir. Öğretmenler her 4 çocuktan 1’nin açlık ve yetersiz beslenme sorunu ile karşı karşıya olduğu koşullarda mesleğini yerine getirmektedir. Okullardaki otoriter yönetim anlayışı, öğretmenlerin bir yandan ifade özgürlüğünü bir yandan da mesleki uğraşılarını engellemektedir.
Tavsiye, eğitim sendikalarının “öğretmen örgütlerinin eğitimin ilerlemesine büyük ölçüde katkıda bulunabileceğini ve dolayısıyla bu örgütlerin eğitim politikasının hazırlanmasına katılmaları gerektiğini” kabul etmektedir. Ancak Türkiye’de başta Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun hazırlanması olmak üzere politika belirleme süreçlerine iktidarın benimsemediği politikaları öneren eğitim sendikaları dâhil edilmemektedir.
Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi’ne göre “… halkının yaşamını bilen ve bu halkın ana dilinde öğretim yapma yeteneği bulunan tam olarak nitelikli ve yetenekli yeterli sayıda ulusal eğitim kadrolarının mesleksel yetiştirilmesi ve yetkinleştirilmesi” gerekmektedir. Ancak Türkiye’de anadilinde eğitim hakkı önündeki engeller devam etmektedir.
Türkiye’de zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi uygulaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında hak ihlali olarak görülmesine karşın bu dersin zorunlu tutulmasına devam edilmekte, üç ayrı seçmeli din dersinin ise okul yöneticileri eliyle fiilen seçtirilmesi için ciddi kampanyalar yürütülmektedir. Bu baskılarla farklı inançları olan yurttaşların inanç ve inanmama özgürlüğü yok sayılmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı, Öğretmenliğin Statüsü Tavsiyesi’ne aykırı eğitim politikalarından ve uygulamalardan vazgeçmelidir. Eğitim emekçilerinin maaşları ivedi biçimde yoksulluk sınırının üzerine çekilmelidir. Anayasa’ya ve uluslararası belgelere aykırı olarak hazırlanan Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal edilmelidir. Başta iş güvencesi olmak üzere tüm eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik ve özlük haklarını güvenceye alan bir düzenleme yapılması zorunludur. Eğitim sendikaları, öğretmen ve veli örgütlerinin katılımı ile kapsayıcı, öğretmenleri güçlendiren ve geliştiren, çalışma barışını sağlayan, var olan sorunları çözebilecek yeni bir meslek kanununun hazırlanması için çalışmalara ivedi olarak başlanmalıdır. Eğitim Sen her zaman olduğu gibi, eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik ve özlük hak mücadelesini, demokrasi ve barış mücadelesi ile daha da güçlendirecektir."