Mahsuru yoksa bir şey sorabilir miyim?
8/30/2019
Anlatayım efendim..
Vakti zamanında yediği içtiği ayrı gitmeyen pek samimi arkadaşlardık. O zamanlar, ki her sabah okulumuza gider, bağıra bağıra andımızı okur, neşeyle dersimize başlardık. Öğretmenim Süleyman Bey sıkı sosyalistti. ‘Kola içmeyin, Amerikan malı o!’ derdi.. İlkelerine sıkı bağından olmalı sağlığa zararından evvel Amerikan malı olmasından söz ederdi. Koyu, kopkoyu bir Atatürkçü idi. Tıpkı tüm diğer öğretmenlerimiz gibi. Açıkçası ortaokuldaki din bilgisi öğretmenim Selâhattin Hoca dahil, sabahları andımızı bizimle birlikte haykırmayan, İstiklâl Marşı'mızı okurken başka bir işle uğraşan hiçbir öğretmen görmemiştim.
* * *
Yıllar geçti, hayat mücadelesi hepimizi bir yanlara savurdu. Bazılarımız bazılarımızı arada görebiliyor olsak da artık bir araya gelmemiz pek mümkün olmuyordu. Kimimiz şu olmuş, kimimiz bu olmuş ne bilelim, ben de müziğe takmıştım kafayı, müzisyen olmak istiyordum öyle de oldum..
Gençlik yıllarında sahne hayatı pek havalı oluyor ne yalan söyleyeyim, insanın inesi gelmiyor. Bazen bir bakmışsın izleyicilerin arasından eskiden hoşlandığın ama okul hayatın boyunca sana yabani hayvan muamelesi yapmış olan kız el sallıyor, bazen de bir bakmışsın en sevmediğin adam sana görüneyim diye önündekileri eze eze yaklaşıyor.. İlk başlarda düşünüyorsun ‘Acaba bana mı el sallıyor?’ Sağına bakıyorsun, soluna bakıyorsun, arkana bakıyorsun,en sonunda sen de el sallıyorsun. Karşıdan gelen tepkiye göre de anlıyorsun: ’Evet bana Sallamış!’
Alışıyorsun..
Sıkıldım! Çok fazla alkol alıyorduk, yarasa gibi yaşıyorduk. Bazı arkadaşlar benim hiç heves duymadığım maddeler kullanıyordu.
Bıraktım.. Ticarete atıldım, birkaç yıl sonra da turizme.. Turizm sebebiyle sevdiceğim İzmir’den ayrıldım. Özledim. Döndüm..
Tabii dönme sebebim sadece İzmir özlemi olmadı. Malum ‘şahlanan’ ekonomimizin turizme yaptığı olumlu etkilerden dolayı öylesine çok para kazanmıştım ki artık ömür boyu çalışmaya ihtiyacım olmayacağını düşündüm ve bu şımarıklıkla özlem birleşince de kendimi İzmir’de buluverdim!..
Hazır kendimi İzmir’de bulmuşken geçenlerde bir sabah ‘Eski dostlardan birkaçını da buluversem ya?’ dedim.. Bir tanesini buldum! Sevindik, sarıldık, bol çaylı muhabbet ettik.
”Hani 3. sınıftayken bir gün?…” sohbetlerini geçtikten sonra konu günümüze ve kaçınılmaz olarak siyasete geldi.. Ne düşündüğünü, aradan geçen yılların ondaki neyi ne kadar değiştirmiş olabileceğini hiç ama hiç hesap etmiyordum. Açıkçası o hesabı yapmak da istemiyordum. Çünkü o benim birlikte her sabah andımızı okuduğum, gevreğimi paylaştığım, annesinin yemeğini yediğim, İstiklâl Marşımızı okurken bağırmaktan sesimiz çatladığında birlikte gizlice gülümsediğimiz eski, çok eski bir dostumdu. Ona hesap yaparak yaklaşamazdım, bu bana göre ayıptı.. O bir dosttu…
Konuşmamızın ortalarında saatine baktı bir ara ve;
-İkindiyi kaçırmayayım, birlikte gidelim mi? dedi..
-Tabii memnuniyetle kardeşim.
Gittik. Açıkçası ben camiye girmeyeli epeyce zaman olmuştu, özlemişim, hoşuma gitti, gerçekten manevi bir huzur verdi.
Düşündüm...
Belki de o gün o an siyaset kokan vaazların verildiği Cuma hutbesinin olmayışıydı bana o aradığım manevi huzuru veren. Sanırım laik Atatürk Cumhuriyetinin diyanetinden maaş alan sarıklı siyasilerin beynime beynime sıçratamadıkları kandı beni o derece sakin tutan. Belki de sadece eski bir dostumla bir şeyler yapıyor olmaktı..
-Allah kabul etsin kardeşim.
-Senin de Ahmet.
Bir şeyler dürttü durduk yere sanki beni; ''Geçen yıl 10 Kasım’da Anıtkabir’e gidemedim, ona canım sıkkın biraz ama bu sene mutlaka gideceğim. Sen de benimle gelir misin?'' dedim.
-Ne yapacaksın orada, putperest misin sen, müslüman değil misin?
Sanki az önce birlikte namaz kılan biz değilmişiz gibiydi...
Eski arkadaşıma bu konuda konuşmamın çok da faydası olmayacağını söylediği kelimelerin tonlamalarından anlayabilecek zekaya sahibim.
-Çocuklar nasıllar? diye sordum..
-İyiler şükür.. Yalnız küçük kızım, o iyi değil ne yaptıysak olmadı, epilepsi rahatsızlığı var, nöbetleri ağır geçiyor, bizi mahvediyor. Gitmediğimiz yer kalmadı ama ne çare!
-Nerelere gittiniz? Ege Üniversitesi’nde tanıdığım bazı profesörler var, görüşmemi ister misin?
-Vallahi dostum her yere gittik, olmadı. En son Selçuk’da kuvvetli bir hoca var dediler, ona da gittik. Adaklar, kurbanlar, yok Allah’ım yok!
Artık notunu vermiştim eski arkadaşımın. Belli ki görüşmediğimiz uzun zaman içerisinde birbirimizden çok farklı yollarda ilerlemişiz..
Aniden, ''Sen putperest misin?'' diye sordum..
-Tövbe haşa! O nasıl laf?
-Basbaya laf işte, sen putperest misin?
-Elhamdülillah müslümanım!
-Peki o zaman neden tıpkı Atatürk gibi etten kemikten oluşmuş bir faniden aman diliyorsun? Menfaatin için bile olsa sadece ve tek başına yakarmak dururken araya soktuğun nefesi kuvvetli(!) ile Allah’a şirk koştuğunun farkında mısın be adam?
-Öyle deme çarpılırsın!
-Bak bu sefer de kendini Allah’ın yerine koydun beni çarpılmakla tehdit ediyorsun! Bu ne cüret, bu nasıl bir inanç şekli?
-Ben kendimi tövbe Allah’ın yerine koymuyorum, onun kelamlarını yedim yuttum, gerektiği anda gerekene iletiyorum!
-Anladım..O halde sen peygambersin!
-Tövbe yarabbi delirtecek bu adam beni, nereden çıkartıyorsun böyle soruları? Bak beni günaha teşvik etme!
* * *
Daha fazla sormadım da söylemedim de. Çünkü bir manası yoktu…
Hissettiklerime gelince.
Çocukluk arkadaşım ve sevdiğim bir insanın dostluğunu kaybetmekten öte, gerekirse inandığı, daha doğrusu yaşama tutunduğu inançlarının saptırılmış değerleri uğruna gözünü kırpmadan beni ve benim gibi düşünenleri yok edebileceğini hissetmenin üzüntüsü, korkusu. İşte böyleee.
'Kutuplaşmak' diyorlar..
Ne kutuplaşması efendi? Biz cepheleşmişiz haberimiz yok!
Sevgilerimle...