“Büyük ve asil Türk milleti! Anadolu'nun kurtuluş zaferini tebrik ederken, sana İzmir'den, Bursa'dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selamını da takdim ediyorum.” (Atatürk, 12 Eylül 1922)
Bugün 9 Eylül… Güzel İzmir'in, 97 yıl önce, 3 yıl 4 ay 24 gün süren işgal karanlığından kurtarılıp yeniden vatan yapıldığı gün… 26 Ağustos'ta Afyon Kocatepe'de başlayan Büyük Taarruz'un 9 Eylül'de İzmir'in kurtarılmasıyla “kesin zaferle” sonuçlandığı gün bugün…
Peki, ama nasıl oldu? İzmir nasıl kurtuldu?
İşte bugün sizleri 97 yıl geriye götüreceğim; öncesiyle, sonrasıyla gün-gün İzmir'in kurtuluşunu anlatacağım.
AKDENİZ'E DOĞRU
Başkomutan Atatürk'ün, 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da (Aslıhanlar-Çal-İşören'de) bizzat yönettiği “Başkomutan Meydan Muharebesi” sonrasında Yunan ordusunun kılıç artıkları İzmir'e doğru kaçmaya başladılar.
Ağır kayıplara uğrayan Yunan ordusu yine de geride toplanmayı başarabilir, böylece 8-10 tümenlik hiç de azımsanmayacak bir güç oluşturabilirdi. Bu nedenle Başkomutan Atatürk, 1 Eylül'de TBMM Ordularına “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri” emrini verdi. Böylece 9 Eylül'de İzmir'in kurtarılmayasıyla bitecek 400 km'lik büyük takip başladı.
Atatürk İngilizleri gafil avladı
Milli Mücadele sırasında Türkiye'de İngilizlerin “Kara Cumbo” adlı bir casusluk teşkilatları vardı. Atatürk, Büyük Taarruz öncesinde bu “Kara Cumbo”yu atlatmayı başardı. Akşehir'de futbol maçı izleme bahanesiyle komutanlarla görüştü. “Çankaya'da çay partisi veriyorum” diye gazetelerde haberler yayımlatıp dikkatleri dağıtarak Ankara'dan ayrılıp Batı Cephesi Karargâhı'na vardı. İngiliz “Kara Cumbo” Büyük Taarruz'dan habersizdi. Öyle ki 26 Ağustos'ta başlayan Büyük Taarruz'u İngilizler ancak üç gün sonra, 28 Ağustos'ta öğrenebildiler. Atatürk, Büyük Taarruz'u özellikle hafta sonu tatiline rastlatmıştı. Büyük Taarruz başladığında Londra'da herkes hafta sonu tatilindeydi. (Bilal Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 453-456)
İngilizler öylesine derin uykudaydı ki, olmayacak hayaller görüyorlardı. Örneğin, Büyük Taarruz'un dördüncü gününde, 29 Ağustos'ta, Atina'daki İngiliz Elçisi Mr. Bentinc, Lord Curzon'a gönderdiği “gizli” telgrafta “İngiliz aslanı sayesinde Kral Constantin'le Kraliçe Sophia'nın Ayasofya Kilisesi'nde kısa zamanda Bizans İmparatoru ve İmparatoriçesi'nin tacını giymelerini” sabırsızlıkla beklediğini belirtiyor ve İstanbul'un Yunanistan'a verilmesini istiyordu. (Şimşir, s. 462)
Yunanistan, durumun ciddiyetini ancak 31 Ağustos akşamı fark edebildi. Durum kritikti. Yunan Başkomutanı General Hadjianesti istifa etmişti. Onun yerine atanan Tricopis ise başkomutanlığa getirildiğini -2 gün sonra esir alındığında- Atatürk'ten öğrenecekti.
Atatürk, Lord Corzon'ları, Lloyd George'ları atlatmıştı. İş işten geçmişti. İngiltere şimdi hem İzmir'deki İngilizleri korumanın, hem de İstanbul'da tutunmanın çarelerini arıyordu. Ayrıca Anadolu'dan atılan Yunanların Trakya'dan atılmamalarını istiyordu. Bizans ve İyonya Devleti hayalleri ise sulara gömülmek üzereydi.
2 Eylül'de Yunanistan, İngiltere aracılığıyla mütareke istedi. Ama İngiltere, Yunanistan'ın bu mütareke isteğini Türkiye'ye duyurmayıp tam 5 gün bekletecekti. Atatürk, 10 Eylül'den sonra yapılacak mütareke tekliflerini kabul etmeyeceğini bildirdi.
3 Eylül Pazar günü sabaha karşı saat 3.45'te İstanbul'daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington, İngiltere Savaş Bakanlığı'na çektiği telgrafta şöyle diyordu: “Yunanların Alaşehir'de tutunabileceklerine hâlâ inanıyorum. (…) ‘King George' gemisi az önce İzmir'e hareket etti. ‘İron Duke' gemisinin de yollanacağını öğrendim. Böylece İngiliz kolonisinin güvenliği sağlanmış oluyor; destroyerler de Mudanya'ya gidiyorlar. İrtibat subayım Binbaşı Johnston'a, Yunanlara cesaret vermesi için tel çektim. (…) Cephe Kumandanı Tricopis'le irtibat yok…” (Şimşir, s. 484,485)
İngiliz yetkililer, Atatürk karşısında trajikomik bir duruma düşmüş görünüyordu. Harington, kaçan Yunan ordularının Alaşehir'de Mustafa Kemal'in askerlerini durdurabileceğini sanıyordu. “Haber yok” dediği Cephe Komutanı Tricopis'in ise Uşak'ta Atatürk'e esir düştüğünü bilmiyordu.
3 Eylül günü Yunanistan kaynıyordu: Yunan hükümeti düşmek üzereydi. Kral Konstantin'in tahtı sallanıyordu. Yunan veliahtı ise Romanya'da tatildeydi. 7 Eylül'de Yunan hükümeti istifa edecekti.
5 Eylül günü İzmir'deki İngiliz Başkonsolosu Lamb, Londra'ya çektiği telgrafta Türk orduların ele geçirdiği yerleri tek tek sayarak “Türk süvarilerinin Salihli'de oldukları sanılıyor” diyordu. Yunanların İzmir'i terk ettiklerini; İzmir'deki Yunan postanesinin ve Yunan Milli Bankası'nın kapandığını, göçmenlerin şehre hücum ettiğini, şehirde ekmek sıkıntısının başladığını yazıyordu (Şimşir, s. 499)
5 Eylül'de Harington, İstanbul'dan Londra'ya çektiği telgrafta hâlâ Yunan ordusunun Alaşehir'de tutunacağını umuyordu.
6 Eylül sabahı Atina, Londra, Paris güne, Yunan Başkomutanı Tricopis'in, Türk Başkomutanı Atatürk'ün elinde esir olduğu haberiyle uyandı.
6 Eylül'de TBMM kürsüsündeki “puşide-i siyah” (siyah örtü) kaldırıldı. Bursa'nın kurtarılacağına inanç tamdı.
7 Eylül günü İngiliz kabinesi Atatürk'e karşı bazı kararlar aldı. Buna göre Kemalistler Çanakkale'yi ve İstanbul'u işgale kalkışırlarsa İngiltere silahla karşı koyacaktı. Boğazlardaki İngiliz Deniz Kuvvetleri artırılacaktı. İzmir'deki İngiliz kolonisi İngiliz Deniz Kuvvetlerince korunup kollanacaktı.
Görüldüğü gibi İngiltere, Yunanistan'ı unutup kendini kurtarmanın derdine düşmüştü.
7 Eylül'de Müttefikler, Yunanistan'ın mütareke teklifini Atatürk'e ilettiler. Atatürk, mütarekeden sonra 15 gün içinde Yunanistan'ın hem savaş esirlerini hem Trakya'yı kayıtsız şartsız Türkiye'ye bırakmasını istedi.
İzmir'in Kurtuluşu
Yunan ordusunun kılıç artıkları “kanlı, zalim bir insan sürüsü” halinde geçtiği yerleri kan ve ateş içinde bırakarak çoluk, çocuk, yaşlı, genç ayrım yapmadan önüne çıkan herkesi katlederek, Türk köylerini, Türk şehirlerini yakarak ilerliyorlardı: Uşak, Eskişehir, Alaşehir, Turgutlu, Ahmetli, Salihli, Manisa alevler içindeydi. Alaşehir'deki 4500 evden 4300'ü yakılmış, şehirdeki 11.500 kişiden 2000'i katledilmişti. (Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C.IV, s. 170-173).
Bu sırada Mustafa Kemal'in askerleri İzmir'e yaklaşıyor, İzmir'de panik giderek artıyordu.
5 Eylül günü Fransa iki zırhlısını; “Ernast Renan” ve “Edgar Qinet”i, Amiral Dumesnil kumandasında İzmir'e gönderdi.
7 Eylül sabahı İzmir'deki İngiliz kolonisinin bir kısmı “Mingari” gemisiyle Kıbrıs'a gönderildi. Bir miktar İngiliz askeri İzmir'deki bankaların önünde nöbet tutmaya başladı. Osmanlı Bankası İzmir Şubesi, bankadaki hazineyi İngiliz zırhlısı “İron Duke”a taşıdı. Fransızlar da 200 kadar askeri Fransız Konsolosluğu'nun bahçesine yerleştirdiler. Yunan karargâhı ve sivil memurları İzmir'i terk etmeye başladılar. Yunan Yüksek Komiseri de İngiliz “İron Duke” gemisine sığındı. O sabah İzmir'e çok sayıda Rum göçmen geldi. Yunan hükümeti öncelikle askerleri götürüyor, göçmenleri bekletiyordu. Rıhtım ana baba günüydü.
8 Eylül Cuma günü Müttefikler İzmir'i Türklere teslim etmeye karar verdiler. Yunan yönetimi şehri boşaltıyordu.
Atatürk, 8 Eylül'de I. Ordu Komutanlığı'na gönderdiği bir telgrafta “İzmir'in kayıtsız şartsız teslim alınması mümkün olduğundan temsilcilerin herhangi bir teklifi kabul olunmayacaktır” dedi.
8 Eylül akşamı asker yüklü son iki Yunan savaş gemisi 18.25'te İzmir limanından ayrıldı. İzmir, kurtuldu. Ama Türk orduları henüz şehre girmemişti. Şehirde hiçbir otorite yoktu. Limanda İngiliz, Fransız, İtalyan gemileri ve amiralleri, şehirde ise bu üç devletin başkonsolosları vardı. Kıyıda 45 bin Rum göçmen birikmişti. Şehir her türlü yağmaya açıktı. Türkler savunmasız durumdaydı. (Şimşir, s. 506-527).
9 Eylül'de ortalık ağarırken 5. Süvari Kolordusu'nun 1. ve 2. Süvari Tümeni Bornova'ya girdi. Burada karşılarına çıkan Yunan kuvvetlerini geri püskürtüp İzmir'e hareket ettiklerinde Darağacı civarında yerli Rumlar ateşe başladı. Öndeki 8 askerden 4'ü şehit oldu.
Sonra Mustafa Kemal'in askerleri dörtnala İzmir'e aktı. 2. Tümen 4. Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafettin Bey komutasındaki süvariler yalın kılıç Kordonboyu'ndan Pasaport iskelesine girdiler. Burada bir Rum'un attığı bombayla yaralanan Şerafettin Bey, yarasına hiç aldırış etmeden alkışlar, gözyaşları arasında atını sürdü. Saat 10.30'da İzmir Hükümet Konağı'nda Türk Bayrağı dalgalanıyordu.
3 yıl 4 ay 24 gün sonra Türk orduları İzmir'e girdi. İzmir, tam 1240 gün Mustafa Kemal'in askerlerini bekledi. Dile kolay! Tam 1240 gün…
İzmir'deki Atatürk
Atatürk, 5 Eylül'de Eşme'den TBMM'ye bir telgraf çekti. Yunan ordularının kaçarken yakıp yıktıkları yerlerde yardıma muhtaç olanlara dağıtılmak üzere -kendi bıraktığı paradan- 100 bin liranın Batı Cephesi'ne gönderilmesini istedi. (Hindistan Müslümanlarının gönderdiği paradan).
9 Eylül'ü Belkahve'de geçiren Atatürk, 10 Eylül'de bir açık otomobille İzmir'e girdi. Atatürk İzmir'de olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. İleri yazarı Celal Nuri, İzmir'de Atatürk'le yaptığı röportajı okurlarına aktarırken şöyle diyordu: “İzmir'de herkes Paşa'nın kartpostal üzerine bir resmini göğsüne asıp dolaşıyor…” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.13, s. 293)
Atatürk, İzmir limanındaki İngiliz donanmasından rahatsızdı. Limandaki İngiliz donanmasının 24 saat içinde limandan çıkmasını istedi. Falih Rıfkı Atay diyor ki, “24 saat içinde İngiliz donanmasının limandan çıkıp gidişini seyrettik.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 380)
18 Eylül'de Fransız Yüksek Komiseri General Pelle İzmir'e gelip Atatürk'le görüştü. Atatürk, Pelle'ye, “Türk orduları hedeflerine ulaşmadan durmayacak, Trakya Türkiye'ye teslim edilmelidir” dedi.
İngiltere pabucun pahalı olduğunu gördü. 20 Eylül'de Paris'te İngiltere, Fransa, İtalya, Atatürk'e ne cevap vereceklerini görüşmeye başladılar. Tam üç gün görüştüler. 23 Eylül'de Müttefikler kararlarını Atatürk'e bildirdiler. Atatürk'ün teklifini kabul ediyorlardı: Meriç'e kadar Trakya'yı Türkiye'ye bırakıyorlardı. (Davıd Walder, Çanakkale Olayı, s. 276-289). 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile Trakya Türkiye'ye teslim edildi. Böylece Edirne de silahsız, savaşsız kurtarıldı.
Atatürk'ün Millete Beyannamesi
12 Eylül'de Atatürk, İzmir'den “Millete Beyanname” adıyla bir bildiri yayımladı.
“Asil Türk milleti! Bu büyük zafer sadece senin eserindir.
Küstah düşmanın, muharebe meydanlarına gelme cesaretini gösteren ordu kumandanları, genelkurmay heyetleri günlerden beri esirimiz bulunuyor. Düşman harp malzemesinin üçte ikisini topraklarımızda bıraktı.
Düşmanın elimizde bulunan esirlerinden başka, insan kaybının 100 binden ne kadar fazla olduğunu belirlemek zordur. Düşmanın tamamen imhasına karşılık, kaybımız, dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere 10 bindir.
Büyük ve asil Türk milleti! Anadolu'nun kurtuluş zaferini tebrik ederken, sana İzmir'den, Bursa'dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selamını da takdim ediyorum.”
97 yıl önce “Akdeniz ufuklarından” gönderdiğiniz selamı alıyoruz; İzmir'i, Bursa'yı, Edirne'yi, İstanbul'u yeniden vatan yapan sizi ve kahraman ordumuzu saygıyla minnetle selamlıyoruz…